
Bu yıl itibarıyla İtalya’dan Mardin’e dönen Çakar’la müzik serüvenini ve çatışmaların yoğunlaştığı bölgenin ahvalini konuştuk.
Diyarbakır’da başlayıp Ankara ve İtalya’da devam eden müzik serüveninde pek çok önemli başarıya imza attın. İtalya’daki opera eğitiminden sonra Avrupa’nın önde gelen salonlarında söyledin. Önemli ödüller aldın ve nihayet şimdi Mardin’e gelip yerleştin. Nasıl başladı bu serüven?
Pervin Çakar: 1990’lı yıllarda, öğretmen olan babamın tayini Diyarbakır’ın Bismil ilçesine çıkmıştı. Ondan önce Karadeniz’deydik. Tüm çocukluğum Karadeniz’de geçti. Zonguldak, Fatsa… Sonra Erzurum, Erzincan’da görev yaptı babam. İlkokula Bismil’de başladım ve ortaokulu orada bitirdim. Ben aslen Mardin-Derikliyim.
Müziğe ilgin nasıl başladı?
Sürekli şarkı söylüyordum. Bismil’de “Halk Müziği Yarışması” yapıldı. 14 yaşındaydım. Birinci oldum. Babamla müzik öğretmenim konuşmuşlar. Babam beni Diyarbakır Güzel Sanatlar Lisesi’ne kaydetti. 1990’lı yılların ortalarıydı, yazı yazmaya da merakım vardı. GAP’ın kompozisyon yarışmasında Türkiye ikincisi filan olmuştum.
Ne yazmıştın?
“Oğlumun adı Fırat, kızımın adı Dicle” başlıklı bir yazı yazmıştım. Yarışmada derece alan tüm çocukları Ankara’da topladılar. Bir gece düzenlendi. Ben orada Güzel Sanatlar Lisesi öğrencisi olduğumu söyleyince şarkı söylememi istediler. Birkaç şarkı söyledim. O sırada projenin başkanı opera sesimin olduğunu söyledi. Oysa ben halk müziği söylüyordum. Şaşırmıştım. Dedi ki, “Sen Maria Callas’ı tanıyor musun?” Nereden tanıyayım ki, daha yeni yeni piyanoyu, kemanı görmüşüm! Adam kalkıp koleksiyonundan bana Maria Callas’ın bir CD’sini hediye etti. Ama ben Diyarbakır’a döndüğümde dinleyemedim. CD çalarım filan yoktu. Daha sonra üniversite için Ankara’ya, Gazi Üniversitesi Müzik Eğitimi Bölümü’ne girdim. Viyolonsel çaldığım için şan bölümüne geçmeme izin vermediler. Son sene şan bölümüne geçebildim.
Ankara’ya gelmeden; 1990’lı yılların Diyarbakır’ını nasıl hatırlıyorsun?
PERVİNCAKARÇocuk olduğum için biraz kopuktum ama geceleri çok çatışma olurdu. Pencerelerden görülüyordu çatışma görüntüleri. Geceleri babamlar “yere yatın” diye uyarırdı bizi. Çatışmalara tanık olmamamız için “yatıp uyuyun” derlerdi bize. Babam doğrudan aktif bir siyasetin içinde değildi ama bir öğretmen olarak zamanında çok sayıda kitap yakmak, gömmek zorunda kalmıştı. Kürt olduğu için sürülmüş…
Karadeniz’deyken bu konuda ayrımcılığa maruz kalıyor muydunuz?
Tabii ki, zaten Kürt olduğumuzu saklıyorduk. Babam susuyordu o konuda. Nereli olduğumuz sorulduğunda Mardin’i söylüyorduk. Evde Kürtçe konuştuğumuz halde babam bizi uyarırdı, “sakın dışarıda Kürtçe konuşmayın” diye annemi de tembihlerdi.
Derik nasıl bir yer?
Küçük olduğu halde çok sayıda entelektüelin, sanatçının çıktığı bir yer. Kürt hareketinin de şekillendiği yerlerden biridir Derik.
Ankara’ya yalnız mı geldin?
Evet, yalnız başıma Ankara’ya geldim. Eğitimimin son zamanlarında iki arkadaşım beni operaya götürdü. Daha sonra, bana hediye edilen Callas’ın CD’sini hatırlayıp dinlemeye başladım. Sesimi ona benzetmeye çalışıyordum. Uzun lafın kısası, aslında opera beni çok önceden bulmuştu ama ben çok sonra operayı buldum. Son senemde şan bölümüne geçtim. Ankara Üniversitesi hocalarından Oylun Erdayı’yla tesadüfen tanıştım. Sesimi dinleyince bana ücretsiz ders vermeye başladı. Üniversiteyi bitirince tekrar Diyarbakır’a döndüm. Ailem çok istemesine rağmen müzik hocası olmak istemiyordum. Oylun hoca babamı arayıp ikna etti. Birtakım sınavlara girdim. Ankara Devlet Operası’nda bir yıl sözleşmeli çalışmaya başladım. Operadan aldığım parayla geçinemiyordum ama arkadaşların yardımıyla o zor dönemi bir şekilde atlattım. 2004’te İtalya’dan gelen bir menajer sesimi dinleyince alıp beni oraya götürdü. İtalya’da, Venedik, Floransa, Roma’da çok önemli yerlerde dinletiler yaptım. Yaşım daha çok küçüktü tabii… Gelen bir teklifle de bir akademiye girdim. Bir sene orada okuduktan sonra Perugia’ya yerleştim. Orada da konservatuvar okudum. Bir yandan da tiyatrolarda çalışıyor, opera yarışmalarına katılıyordum.
Bu arada Türkiye’deki opera yarışmalarına katıldın mı?
Leyla Gencer opera yarışmasına girip Türkiye üçüncüsü oldum. Başka bir yarışmaya da girmedim.
İtalya’da karşılaştığın başka bir Kürt operacı var mıydı?
Sanmıyorum, hiç karşılaşmadım. İlk gittiğim zamanlarda mesela bir konser yapmıştık. Yanıma yaşlı bir adam gelip “nerelisin” diye sorunca “Kürdüm” demiştim. “Sen Kürt halkının sesi olacaksın” demişti o İtalyan adam. Tabii, çok etkilenmiştim bu sözden. Üstelik çok siyasi değildim ve çok gençtim. 10 sene İtalya’da kaldıktan sonra bu yıl Mardin’e geri döndüm. Tabii İtalya’dayken klasik müziğin içindeydim; Kürt müziğiyle klasik müzik alanları ayrı oldukları için siyaset alanının da dışındaydım.
“Farklı bir müzik heyecanı istiyordum ve bunun için elbette Kürt müziğine yöneldim. Burada da tabii dengbêjlikten başlamak gerekiyor”
Kürt müziği denince akla dengbêjlik geliyor. Operayla dengbêj arasında bir bağlantı kuruyor musun? Dengbêjliğin senin üzerinde bir etkisi olmuş mudur?fotoğraf 2
Babamla annem çok fazla dinlemezdi dengbêjleri ama dedem çok dinlerdi. Teybini sabahın köründe açardı, akşama kadar Cizrawi filan dinlerdi. Ben çok sonraları dengbêjlikle tanıştım. Operacılıktan sonra kendi özüme dönüşüm oldu. Farklı bir müzik heyecanı istiyordum ve bunun için elbette Kürt müziğine yöneldim. Burada da tabii dengbêjlikten başlamak gerekiyor.
Kürt müzisyenleri, Kürt müzik tarihi, şairler… Hepsini araştırmaya, yaşayanlarla tanışmaya, onlardan yardım almaya başladım. Yaklaşık dört sene önce başladım buna. Daha önce klasik müzik daha fazla ilgimi çekiyordu. Kürt müzik kültüründeki en eski geleneklerden biridir dengbêjlik. Deng ses demek, bej de söz. Bu kültür Homeros’a kadar gider. Başka kültürlerde de dengbêjlik var ama bizdeki biraz daha farklı. Hintlilerde, Japonlarda sözlü anlatım geleneği var. Dengbêjler sayesinde günümüze kadar bir sürü destan, mitoloji gelmiştir. Mem û Zin’den Siyabend û Xecê’ye kadar Kürt destanları bu sayede günümüze kadar geldi.
Operayla nasıl bir ilişkisi olabilir diye düşündüm dengbêjliğin. Operada da bir konu var ama operadaki sistem şu: Birden fazla kişi aynı konuyu sesiyle, müzik ve oyun eşliğinde bir olayı anlatır. Müzikli sahne oyunudur opera. Dengbêj ise bir konuyu, tek başına veya bir-iki kişiyle birlikte, farklı bir gırtlak tekniğiyle anlatır. Arada konuşmalar da oluyor, operadaki gibi.
En çok etkilendiğin dengbêj kim?
Şakiro’yu, Mihemed Arif Cizrawi’yi çok beğeniyorum.
Andante Müzik Ödülleri sırasında Kürtçe şarkı da söyledin…
Evet, çünkü o zaman sosyal medyada bana karşı çok fazla saldırılar oluyordu. Andante klasik müzik dergisinin “En İyi Kadın Sesi Ödülü”nü aldığım için derginin editörüne çok sayıda şikâyet gelmiş. Bana karşı tehditler ve saldırılar beni üzdü, şaşırttı. Kendi dostlarımdan aldığım tepki ve eleştiriler… Ben de buna inat, dedim ki ödül gecesinde mutlaka bir Kürtçe şarkı söylemeliyim. Biri Fransızca, biri Türkçe ve biri de Kürtçe olmak üzere üç şarkı söyledim. Roboski’den sonra çok sayıda duyarsız Türk sanatçı gördüm. Onlara karşı kendi halkımın yanında durmak istedim aynı zamanda.
Andante ödülünü almana yönelik tepkinin sebebi neydi?
“Neden bu ödül bir Kürde veriliyor” diye tepki gösterildi açıkça. “Bu ödül bir Türk’e verilmeli” diyorlardı. Benim Diyarbakır’dan, Mardin’den çıkmam bütün gazetecileri etkiliyordu. Benimle çok sayıda röportajlar yapılmaya başlandı. Ama hiçbir zaman Kürt kimliğimi belirtmiyordu gazeteciler… Ben de bundan rahatsız oldum tabii ki.
Semiha Berksoy Opera Vakfı’nın “En İyi Kadın Sesi Ödülü”, Paris’ten “Leyla Gencer Altın Orfeo Ödülü”nü çok genç yaşta almış olmam, operaya emek vermiş olan insanların tepkisini çekti.
Nasıl bir tepki gösterildi?
“Vatan haini” dediler, daha ne desinler! Oysa benim ne Türklere, ne bayrağa ne de Atatürk’e karşı negatif bir şey yazmışlığım vardır. Bu saldırılardan sonra iki sene sosyal medya hesaplarımı kapattım. Aynı esnada Kürt müziğine daha fazla yöneldim. Maalesef bu süreçte Kürt medyasından da doğru dürüst bir destek görmedim. Hatta kendi dostlarımdan, arkadaşlarımdan bile…
fotoğraf 3
Son günlerde Mardin de dâhil bölgede çatışmalar yaşanıyor. Böyle bir çatışma ortamında sanatsal faaliyet yürütebiliyor musun?
Açıkçası bu çatışma ortamında herhangi bir şey yapmamız mümkün değil. Projelerimiz var elbette ama bunları hayata geçirmemiz için barış ortamının sağlanması gerekiyor. Silahın konuştuğu bir yerde müzik yapmak çok zor. Özellikle de bu ülkede. Sanki müzik sadece eğlence sektörüymüş gibi düşünülüyor. Tabii ki her gün ölümler, katliamlar oluyor. Fakat müziği, sanatı hayatımızdan çıkarmamız mümkün değil. Eğer öyleyse, o zaman kimse kitap okumasın, kimse yazmasın. Hepimiz susalım ve ölümleri seyredelim. Elbette Kürdistan’da doğru dürüst bir klasik müzik festivali yapmak istiyorum. Bir operamız, tiyatro binamız yok. Film izleyecek bir sinemamız bile yok. Bu kadar mahrum mu kalmalıyız her şeyden?
Ne yapacaksın peki?
Birtakım destekler almamız lazım. Özellikle de yerel yönetimlerden. Ama bu desteği alamayınca kendi başımıza bir şeyler yapmaya çalışacağız. Ama maalesef Kürdistan’da sanat yapmak çok zor. Çünkü şu anda temel gündemimiz savaş, katliamlar. İyiye, güzele değil, hep savaşa yatırım var.
Dengbêjlerle beraber herhangi bir proje yapmayı düşünür müsün?
Böyle bir proje ürettim zaten. Onun üzerinde yoğunlaşmam gerekiyor. Neden olmasın? Şöyle bir ekleme de yapayım: İtalya Bari’deki Teatro Petruzzelli sahnesinde Sihirli Flüt operasının orkestra şefi Roland Böer, Kürt olduğumu öğrenince hemen kendi yapmış olduğu bir festivale davet etmek istedi. Montepulciano’da yapılan bu festival “Barış, Savaş ve Toprak” temalıydı. Ben de ona uygun olarak baştan sona bir dramaturji geliştirdim. İçinde Kürt müziğinin, Kürt bir şairin İtalyancaya çevrilmiş olan şiirlerinin olduğu, Kürt bir piyanistle beraber yaptığımız bir çalışma oldu. İtalyanlar tarafından çok ilgiyle karşılandık. Kürdistan’dan başlayarak, Dersim-Bingöl katliamlarını anlattığımız ama barışa yönelik umut dolu şiir ve şarkılarla bitirdiğimiz bir çalışmaydı. İtalyan basınında da çok ilgi gösterildi bize.
Devam edecek misiniz bu çalışmaya?
Tabii, İtalya’da zaten devam edeceğiz ama Kürdistan’da da yapabiliriz. Festivalin ismi de “Olmayan Ülke”ydi. Tekstlerin hepsi Hêvî Dilara isminde bir Kürt şairine aitti. Kendisi Kürt siyasetinde de aktif bir kişidir.
Özellikle Kobanê direnişinden sonra Avrupa’nın Kürtlere bakışında bir değişim olduğu söyleniyor. Senin gözlemlerin neler?
Gerçekten de Kobanê direnişinden sonra ciddi bir değişim yaşandı. Kürtlerin kendi hakları için hayatlarını nasıl feda ettiklerini gördüler. Özellikle YPJ’nin (Rojava’daki Kadın Savunma Birliği) mücadelesi çok tartışılıyor. Herkes YPJ hayranı. Kadınların böyle bir direniş içinde olması Avrupalıları çok etkiliyor. Fakat tabii nereye kadar? Devamlı savaş içerisindeyiz maalesef…fotoğraf 1
“Barış, savaş ve toprak” demişken; sen şu an yine savaşın olduğu bir toprağa geri döndün. Bölgeye dair öngörülerin nedir?
Savaşın uzun sürmeyeceğini düşünüyorum. Türk devleti böyle bir şeye girerse, Suriye veya Irak gibi olur. Şu anki savaşın ve eylemlerin birer provokasyon olduğunu, farklı güçlerin devreye girdiğini düşünüyorum. Tüm bu karışıklıklar ortamında yeni seçimlere gidiyoruz. Belki seçime yaklaştıkça daha da artacak. Ama bu savaşın kalıcı olmayacağını, çünkü kimsenin bu savaştan memnun olmadığını düşünüyorum. Kürtler barış istiyor. Kürtlerin de, Türklerin de barış istediğini gözlemliyorum.
Sanatçı çevresinin savaşa karşı tutumu tatmin edici düzeyde mi sence?
HDP’nin barajı aşması çok etkileyici oldu ama yine de savaşa karşı tutum yeterli düzeyde değil. HDP’nin tekrar baraj altında kalması halinde, barış ortamında cesaret gösteren bazı insanların sırtlarını dönebileceğini düşünüyorum.
Son olarak, herhangi bir albüm çalışman var mı?
Evet, yakın zamanda Kürtçe halk şarkılarından oluşan bir albüm hazırlayacağız.
Pervin Çakar’ın biyografisi için bkz: http://pervinchakar.com/
Kaynak: http://zete.com/olmayan-ulkede-bir-kurt-operaci-pervin-cakar/